fragment...

'in the history of modern and aesthetics, the fragment has had double signification. As a reminder of the past once whole but now fractured and broken, as a demonstration of the implacable effects of time and the ravages of nature, it has taken on the cannotations of mostalgia and melancholy, even of history itself. As an incomplete piece of a potentially complete whole, it has pointed towards a possible world of harmony in the future, a utopia perhaps, taht it both represents and constructs.'

Anthony Vilder, Warped Space, Art, Architecture, and Anxiety in Modern Culture. CAmb. MIT press, 2000.



25 Kasım 2014 Salı

NASIL BİR KENT? Evren Aysev & İpek Akpınar @ Karga Dergisi


Soru 1. Nasıl bir kent?
Yaya Kenti: Çocuklar, kadınlar ve engelliler başta olmak üzere tüm kentlilerin sokaklarında güvenli, özgür ve rahat bir biçimde yaya olarak hareket edebilecekleri bir kent istiyoruz.
Akışkan Kent: A noktasından B noktasına ulaşmanın para, zaman, doğal kaynaklar ve enerji tüketimi anlamında bedelinin bu kadar ağır olmadığı, otomobil odaklı ulaşım yerine toplu taşımaya, deniz ulaşımına, bisiklet ve yaya akışı gibi çevre dostu ulaşım biçimlerine ağırlık veren bir kent istiyoruz.
Yeşil Kent: Doğal kaynakların bu denli umursamazca tüketilmediği, kent merkezinde ve çeperinde kentli kullanımına açık, kamusal niteliğe sahip yeşil alanların korunduğu ve geliştirildiği, kentleşme ile doğal kaynakların korunumunun sürdürülebilir bir dengesinin gözetildiği, hayvan haklarına saygılı bir kent istiyoruz.
İçinden Su Geçen Kent: Deniz ile eşsiz bir coğrafi ilişki kuran, iki iklimin birbirine geçerek benzersiz bir doğal yapı ürettiği kentimizin bu özelliklerini yaşayabilmek istiyoruz. Denizle sadece görsel değil, daha insani ve yoğun bir ilişki kurabilmek adına kıyı alanlarının doğal yapısının korunup kamusallaştırılarak kentli kullanımına açılmasını talep ediyoruz. 
Kamuya Ait Kent: Mimari, mekânsal ve doğal kentsel simgelerine sahip çıkan, kent toprağını kapitalist sisteme katılması gereken bir meta olarak değil, kentselliğin üretildiği satılamaz bir değer olarak algılayan bir kent istiyoruz. Kamusal mekanların kamusallığının korunabildiği, kamusallığın tematik parklar ve AVM’lere sıkışmış tanımlı bir tüketim etkinliğine indirgenmek yerine serbest ve açık mekanlarda etkileşim, çoğulluk ve kentsel üretim anlamına geldiği bir kent istiyoruz. Daha az inşaat, daha çok açık alan istiyoruz.
Katılımcı Kent: Kentsel mekanı ve yaşantıyı düzenleyen kararların merkezi yapı tarafından tepeden inme bir biçimde dikte ettirilmesi yerine, katılımcı ve paylaşımcı mekanizmalarla, kentlinin fikrinin sorularak alınmasını istiyoruz.   
Özetle, kentli ve doğa hakkının ön planda olduğu; farklı kimliklerin özgürce ifade edilebildiği; Michael Hardt ve Antonio Negri'nin deyimiyle “çoğulcu" bir kentsel yapı talep ediyoruz. Yaşanabilir, insani ve yürünebilir bir kenti düşlüyoruz. Kamu harcamalarının sürdürülebilir, saydam ve denetlenebilir olmasını halen ümitle bekliyoruz. Kamu projelerinde farklı sosyal aktörler, ilgili sivil toplum kuruluşları ve konunun uzmanlarıyla birlikte senaryo ve fikir üretilen esnek, katılımcı ve şeffaf süreçler arzu ediyoruz. Kısacası yerel ile ilgili kararların “yerelden” ele alındığı bir kent düşlüyoruz.

Soru 2. Neresi?
Bu zor bir soru çünkü yukarda sıralanan kriterlerin çoğunun bir arada bulunduğu kentler var olsa dahi iklimi ve doğal yapısı bakımından hala benzersiz bir kentte yaşadığımız söylenebilir. Kentli hakkı, doğa hakkı, katılımcılık, kamusallık, çevre dostu ulaşım gibi kriterler üzerinden düşünüldüğünde, Londra ya da Stockholm gibi yaşam kalitesinin yüksek olduğu Avrupa kentleri akla geliyor. Kültürel çeşitliliği ve kozmopolit yapısı, Londra’yı çok çekici bir alternatif haline getiriyor. Öte yandan tüm kuzey Avrupa kentlerinde; soğuk, kapalı, yağmurlu bir havada güneşe hasret kalmak gibi önemli bir dezavantaj var. İklim olarak nispeten daha fazla çeşitlilik taşıyan, benzersiz enerjisi ve dinamizmi ile tuhaf bir şekilde İstanbul’a benzeyen New York ilginç bir seçenek olsa da; İstanbul’a denk bir vahşi kapitalizmin merkezi olması, bu metropolü de bir noktadan sonra yaşamak için yıpratıcı kılıyor. Akdeniz iklimi ve kültürünün yaşandığı Barcelona, sadece yaşam tarzı olarak değil mimari ve mekânsal kaliteleri anlamında da olağanüstü ve yaşanası bir kent. Deniz ve doğa ile kurduğu çarpıcı ilişki, Rio de Janeiro’yu da yaşanası kentler listesine soksa da gelir dağılımındaki keskin uçurum ve sosyal adaletsizlik göz ardı edilemeyecek olumsuzluklar. Ama dünyanın diğer kentlerini düşlemek yerine; yaşadığımız kenti ve kent hakkımızı koruyarak gelecek nesillere daha yaşanılır bir İstanbul bırakmayı hedeflesek daha güzel olmaz mı?



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder