Soru 1.
Nasıl bir kent?
Yaya Kenti: Çocuklar,
kadınlar ve engelliler başta olmak üzere tüm kentlilerin sokaklarında güvenli,
özgür ve rahat bir biçimde yaya olarak hareket edebilecekleri bir kent
istiyoruz.
Akışkan Kent: A
noktasından B noktasına ulaşmanın para, zaman, doğal kaynaklar ve enerji
tüketimi anlamında bedelinin bu kadar ağır olmadığı, otomobil odaklı ulaşım
yerine toplu taşımaya, deniz ulaşımına, bisiklet ve yaya akışı gibi çevre dostu
ulaşım biçimlerine ağırlık veren bir kent istiyoruz.
Yeşil Kent: Doğal
kaynakların bu denli umursamazca tüketilmediği, kent merkezinde ve çeperinde
kentli kullanımına açık, kamusal niteliğe sahip yeşil alanların korunduğu ve
geliştirildiği, kentleşme ile doğal kaynakların korunumunun sürdürülebilir bir
dengesinin gözetildiği, hayvan haklarına saygılı bir kent istiyoruz.
İçinden Su Geçen Kent: Deniz
ile eşsiz bir coğrafi ilişki kuran, iki iklimin birbirine geçerek benzersiz bir
doğal yapı ürettiği kentimizin bu özelliklerini yaşayabilmek istiyoruz. Denizle
sadece görsel değil, daha insani ve yoğun bir ilişki kurabilmek adına kıyı
alanlarının doğal yapısının korunup kamusallaştırılarak kentli kullanımına
açılmasını talep ediyoruz.
Kamuya Ait Kent: Mimari,
mekânsal ve doğal kentsel simgelerine sahip çıkan, kent toprağını kapitalist
sisteme katılması gereken bir meta olarak değil, kentselliğin üretildiği
satılamaz bir değer olarak algılayan bir kent istiyoruz. Kamusal mekanların kamusallığının korunabildiği, kamusallığın tematik
parklar ve AVM’lere sıkışmış tanımlı bir tüketim etkinliğine indirgenmek yerine
serbest ve açık mekanlarda etkileşim, çoğulluk ve kentsel üretim anlamına
geldiği bir kent istiyoruz. Daha az inşaat, daha çok açık alan istiyoruz.
Katılımcı Kent:
Kentsel mekanı ve yaşantıyı düzenleyen kararların merkezi yapı tarafından
tepeden inme bir biçimde dikte ettirilmesi yerine, katılımcı ve paylaşımcı
mekanizmalarla, kentlinin fikrinin sorularak alınmasını istiyoruz.
Özetle, kentli ve doğa hakkının ön planda olduğu; farklı
kimliklerin özgürce ifade edilebildiği; Michael Hardt ve Antonio Negri'nin
deyimiyle “çoğulcu" bir kentsel yapı talep ediyoruz. Yaşanabilir, insani
ve yürünebilir bir kenti düşlüyoruz. Kamu harcamalarının sürdürülebilir, saydam
ve denetlenebilir olmasını halen ümitle bekliyoruz. Kamu projelerinde farklı
sosyal aktörler, ilgili sivil toplum kuruluşları ve konunun uzmanlarıyla
birlikte senaryo ve fikir üretilen esnek, katılımcı ve şeffaf süreçler arzu
ediyoruz. Kısacası yerel ile ilgili kararların “yerelden” ele alındığı bir kent
düşlüyoruz.
Soru 2.
Neresi?
Bu zor bir soru çünkü yukarda sıralanan
kriterlerin çoğunun bir arada bulunduğu kentler var olsa dahi iklimi ve doğal yapısı
bakımından hala benzersiz bir kentte yaşadığımız söylenebilir. Kentli hakkı,
doğa hakkı, katılımcılık, kamusallık, çevre dostu ulaşım gibi kriterler
üzerinden düşünüldüğünde, Londra ya da Stockholm gibi yaşam kalitesinin yüksek
olduğu Avrupa kentleri akla geliyor. Kültürel çeşitliliği ve kozmopolit yapısı,
Londra’yı çok çekici bir alternatif haline getiriyor. Öte yandan tüm kuzey Avrupa
kentlerinde; soğuk, kapalı, yağmurlu bir havada güneşe hasret kalmak gibi
önemli bir dezavantaj var. İklim olarak nispeten daha fazla çeşitlilik taşıyan,
benzersiz enerjisi ve dinamizmi ile tuhaf bir şekilde İstanbul’a benzeyen New
York ilginç bir seçenek olsa da; İstanbul’a denk bir vahşi kapitalizmin merkezi
olması, bu metropolü de bir noktadan sonra yaşamak için yıpratıcı kılıyor. Akdeniz
iklimi ve kültürünün yaşandığı Barcelona, sadece yaşam tarzı olarak değil
mimari ve mekânsal kaliteleri anlamında da olağanüstü ve yaşanası bir kent.
Deniz ve doğa ile kurduğu çarpıcı ilişki, Rio de Janeiro’yu da yaşanası kentler
listesine soksa da gelir dağılımındaki keskin uçurum ve sosyal adaletsizlik göz
ardı edilemeyecek olumsuzluklar. Ama dünyanın diğer kentlerini düşlemek yerine;
yaşadığımız kenti ve kent hakkımızı koruyarak gelecek nesillere daha yaşanılır
bir İstanbul bırakmayı hedeflesek daha güzel olmaz mı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder